Belgesel TadındaFaydalı Bilgiler

Lahanacı mı Bamyacı mı? Osmanlı’da Takım Tutmak Gibi Bir Ayrım

Osmanlı toplumunda sosyal hayat sadece siyaset, ticaret ya da savaşla şekillenmiyordu. Gündelik yaşamın içinde gelişen mizahî yaklaşımlar, halkın birbirine karşı sergilediği zararsız rekabetler, zamanla kültürel bir zenginliğe dönüştü. İşte bu mizahi kutuplaşmalardan biri de Lahanacılar ve Bamyacılar ayrımıydı.

Bir taraf lahanayı savunurken, diğer taraf bamyayı sahipleniyordu. Fakat mesele sadece bir sebze tercihi değildi. Bu ayrım, esprili bir şekilde iki farklı bakış açısını, hatta bazen sınıf ya da mahalle farklılıklarını temsil eden simgesel bir takım tutma biçimine dönüştü. Öyle ki, bu ikilik Osmanlı sarayında da yankı buldu, halk arasında da konuşuldu; fıkralara, hicivlere, hikâyelere konu oldu.

Bugün nasıl ki Fenerbahçe-Galatasaray rekabeti toplumun farklı kesimlerini etkiliyorsa, Osmanlı’da da bu tür mizahi ayrımlar, halkın günlük hayatında kendine eğlenceli bir yer buluyordu. “Lahanacı mısın, Bamyacı mı?” sorusu, bir tercihten çok sosyal bir kimlik ifadesi gibi kullanılabiliyordu.

Şimdi bu iki tarafın neyi temsil ettiğine, nereden çıktıklarına ve nasıl bu kadar konuşulur hale geldiklerine daha yakından bakalım.

Lahanacılar ve Bamyacılar Kimdi?

Lahanacılar ve Bamyacılar, ilk bakışta sadece iki farklı sebze taraftarı gibi görünse de, Osmanlı’da bu ayrımın arkasında daha derin bir mizah ve sembolizm yatıyordu. Bu terimler gerçek bir toplumsal sınıfı değil, halk arasında eğlenceli şekilde ortaya atılan, karşılıklı atışmalara zemin hazırlayan mizahi kimlikleri ifade ederdi.

Rivayetlere göre, Lahanacılar daha çok sade, gösterişsiz, halktan yana olanları temsil ederken, Bamyacılar ise ince zevklere düşkün, zarafet meraklısı bir kesimi simgeliyordu. Bamya yemeğinin zahmetli pişirme süreci ve “sofraların nazlı sebzesi” olarak anılması, bamyacıların biraz daha elit kesimi temsil ettiği yorumlarına neden olmuştu. Öte yandan lahana, daha yaygın ve hesaplı bir sebze olarak, halk sofrasının değişmeziydi.

Bu ayrım, ciddi bir toplumsal bölünmeden ziyade, saray çevresinde ve halk arasında espriyle karışık bir “taraftarlık” kültürü oluşturmuştu. Lahanacılar ve Bamyacılar arasında geçen fıkralar, atışmalar, hicivler Osmanlı sözlü kültürünün renkli bir parçası haline geldi.

Bazı kaynaklarda, bu ikiliğin özellikle saray muhafızları veya yeniçeri teşkilatında şaka yollu lakaplar üzerinden ortaya çıktığı iddia edilse de, elimizdeki bilgiler bu ayrımın daha çok kültürel bir mizah unsuru olarak varlık gösterdiğini işaret eder.

Osmanlı’da Cemiyet Hayatı ve Rekabet Kültürü

Osmanlı toplumu yalnızca siyasi yapısıyla değil, aynı zamanda canlı cemiyet hayatı ile de dikkat çekerdi. Toplumsal birliktelikler sadece resmi yapılarla değil, esnaf loncaları, mahalle dayanışmaları, dini cemaatler ve sanat çevreleriyle şekillenirdi. Bu yapılar arasında zaman zaman zararsız ve eğlenceli rekabetler doğardı. Lahanacılar ve Bamyacılar ayrımı da bu kültürel zemin üzerinde kendine yer buldu.

Tıpkı günümüz mahalle takımlarının kendi semtlerini temsil etmesi gibi, Osmanlı döneminde de bazı semtler ya da sosyal çevreler, bu iki sembolik tarafla özdeşleştirilirdi. Bir mahallede “hep lahana pişiyor” denmesi, o semtin Lahanacı olarak anılmasına yol açabilirdi. Öte yandan, zarif sofraları ve yemek anlayışıyla bilinen çevreler, kendilerini Bamyacı olarak tanımlamaktan gurur duyardı.

Osmanlı’da sadece bu tür sembolik ayrımlar değil, aynı zamanda cirit, güreş, okçuluk gibi spor etkinlikleri de mahalleler arasında ciddi bir rekabet alanıydı. Bu sporlar zaman zaman saray önünde düzenlenen büyük gösterilere dönüşür, takımlar bir mahalle ya da topluluğu temsil ederdi. Rekabet vardı, ama bu rekabet nefretten değil, keyifli bir sahiplenmeden beslenirdi.

İşte bu bağlamda Lahanacı mı, Bamyacı mı? sorusu da toplumun kendi içindeki bu tür eğlenceli, sözlü ve sosyal rekabet biçimlerinden biri olarak kabul edilir. Bir semtte bamya kötülenir, diğer semtte lahana küçümsenir; ama bu atışmalar her zaman güler yüzle karşılanırdı.

Lahanacılar-Bamyacılar Ayrımı Gerçek miydi, Şaka mıydı?

Lahanacılar ve Bamyacılar ayrımı, tarihî bir belgeye dayalı somut bir toplumsal bölünme değil, Osmanlı’nın mizah kültürü içinde yer alan sembolik bir anlatımdı. Ancak bu durum, halk arasında ne kadar benimsendiğini ve ne kadar etkili olduğunu değiştirmiyordu. Çünkü bu ayrım, özellikle 18. ve 19. yüzyılda sözlü edebiyatta ve gündelik konuşmalarda sıkça dile getirilmiş, deyimleşmiş bir mizah biçimine dönüşmüştü.

Dönemin fıkralarında Lahanacı ve Bamyacı olarak anılan karakterler sıkça yer bulurdu. Örneğin biri kendini methederken, diğerini “Bamyacı işte, ne beklenir!” diye küçümseyebilir, bu da dinleyiciler arasında kahkahalarla karşılanırdı. Hatta bazı şehir efsanelerine göre, İstanbul’un farklı mahalleleri bu ayrım üzerinden tanımlanır, sözlü atışmalarda taraflar oluşurdu.

Divan edebiyatında ve taşra şiirlerinde bamyaya zarafet, lahanaya ise sadelik atfedilerek mecazi anlatımlar yapılırdı. Bu da gösteriyor ki, ayrım her ne kadar mizah amaçlı olsa da, halkın zihninde yer etmiş semboller haline gelmişti. Saray çevresinde bile bazı sohbetlerin “Lahanacılar mı haklı, Bamyacılar mı?” sorusuyla renklendiği anlatılır.

Bu mizahî ayrım, aslında bir çeşit sosyal rol paylaşımıydı. Kimse birbirine gerçekten küsmez, tartışmazdı. Ama bu hafif çatışma havası, insanların aidiyet hissetmesine, bir grubun parçasıymış gibi davranmasına zemin hazırlıyordu. Günümüz futbol taraftarlığına benzer bir sahiplenme duygusu yaratıyordu. Fark şu ki, bu rekabetin temelinde gülümseme vardı, kin değil.

Günümüzdeki Fenerbahçe-Galatasaray Rekabetine Benzetilmesi

Bugün Türkiye’de Fenerbahçe ve Galatasaray arasında yaşanan futbol rekabeti, sadece bir spor mücadelesi değil, aynı zamanda sosyal kimliklerin, yaşam tarzlarının ve aidiyet duygusunun dışavurumu olarak görülüyor. Osmanlı’daki Lahanacılar ve Bamyacılar ayrımı da benzer şekilde, iki farklı bakış açısını ve yaşam tarzını temsil eden, mizah dolu bir karşıtlıktı.

Nasıl ki bir kişi tuttuğu takımı savunurken coşkuyla konuşur, karşı tarafı esprili şekilde küçümserse, Lahanacılar da Bamyacılar için benzer bir tutum sergilerdi. “Sen Bamyacı mısın?” sorusu, tıpkı “Sen hangi takımı tutuyorsun?” sorusu gibi kişisel bir pozisyon belirlerdi. Bu tür soruların etrafında gelişen sohbetler, toplumsal etkileşimin parçasıydı.

Mahalle aralarında, esnaf arasında veya saray sohbetlerinde “Ben Lahanacıyım, o Bamyacı” gibi ifadelerle başlayan atışmalar, aslında karşılıklı gülmeye dayalı bir sosyal oyundu. Bu oyunda tarafını belli etmek, sosyal zekâyı, mizah yeteneğini ve ait olunan çevreyi ifade etmenin bir yoluydu. Kimi zaman bu durum, kişilerin sofrada sevdikleri yemeğe göre şekillenirdi, kimi zaman da tamamen şaka amaçlı söylenirdi.

Fenerbahçe-Galatasaray rekabeti gibi bu ayrım da bir karşıtlıktan güç alıyordu ama düşmanlık yaratmıyordu. Aradaki fark, geçmişte mizahın ana unsur olmasıydı. Yani, bugünün sert taraftarlığı yerine, dünün zarif sataşmaları ve güldüren karşılaştırmaları hakimdi.

Bir anlamda, Osmanlı’daki Lahanacı-Bamyacı ayrımı, bugünkü derbi ruhunun tarihî ve kültürel öncüllerinden biri olarak okunabilir. Aynı coşku, aynı taraf tutma arzusu, fakat içinde nezaket barındıran bir gelenek.

Kültürel Miras Olarak Lahanacı-Bamyacı Mizahı

Lahanacılar ve Bamyacılar ayrımı, ilk olarak Amasya’da ortaya çıkmıştır. Bu mizahi rekabetin şekillenmesinde, Fetret Devri sonrası Osmanlı’yı yeniden birleştirme sürecine liderlik eden Sultan I. Mehmed (Çelebi Mehmed)’in bu şehirde uzun süre bulunması etkili olmuştur. Amasya, o dönemde sadece bir idarî merkez değil, aynı zamanda kültürel ve entelektüel canlılığıyla dikkat çeken bir şehirdi. Saray çevresi, askerî teşkilatlar ve halk arasındaki sözlü kültür, burada mizahi ve sembolik ayrımların gelişmesine zemin hazırladı.

Rivayetlere göre, Çelebi Mehmed’in Amasya’da bulunduğu sırada, saray çevresinde başlayan şakalaşmalar zamanla Lahanacılar ve Bamyacılar ayrımı gibi daha geniş kitlelere yayılan sembolik bir rekabete dönüştü. Bu mizah daha sonra İstanbul başta olmak üzere diğer Osmanlı şehirlerine de taşındı ve halk arasında yerleşti.

19. yüzyılda bu ayrım, karikatürler, orta oyunları, meddah anlatıları ve fıkralar aracılığıyla iyice popülerleşti. Özellikle Lahanacılar sade halkı, Bamyacılar ise ince zevkleri ve seçiciliği temsil eden mizahi kimlikler olarak kurgulandı. Bu semboller, divan edebiyatına, taşra şiirine ve halk hikâyelerine kadar sirayet etti.

Bugün doğrudan kullanılmasa da, bu tür sembolik mizah kalıpları Türk kültüründe hâlâ izlerini taşır. “Lahanacılar ve Bamyacılar”, bir dönemin toplumsal zekâsını, espri anlayışını ve taraf olma eğilimini zarif bir şekilde yansıtan bir kültürel miras olarak kabul edilebilir.

Kültürel Miras Olarak Lahanacı-Bamyacı Mizahı

Osmanlı’dan günümüze kalan her unsur fiziksel bir miras olmak zorunda değil. Bazı gelenekler, toplumun hafızasında ve dilinde yaşar. Lahanacılar ve Bamyacılar ayrımı da tam olarak böyle bir mirastır. Yazılı belgeler kadar, sözlü kültürle taşınmış; edebiyat, fıkra, karikatür ve sohbet kültüründe kendine yer bulmuştur.

 19. yüzyılın sonlarında Osmanlı’nın mizah yayınlarında bu ayrımın sıkça karikatürlere konu olduğu görülür. Özellikle Diyojen, Karagöz ve benzeri mizah dergilerinde “lahana” ve “bamya” temsili karakterler üzerinden güncel konular hicvedilmiştir. Bu da gösteriyor ki, bu ayrım halkın sadece sokakta konuştuğu bir espri değil, edebî ve sanatsal üretimlere de ilham vermiş bir anlatıdır.

Tiyatro oyunlarında, orta oyunlarında veya meddah hikâyelerinde Lahanacı tipler genelde sade, dobra ve halktan yana karakterler olarak çizilirken; Bamyacılar ise kibirli, seçici, titiz ama aynı zamanda kırılgan olarak betimlenirdi. Bu karşıtlık, izleyiciye hem güldürü hem de kendini tanıma imkânı sunardı.

Bugün bu ayrım aktif olarak kullanılmasa da, Türk mizahında sebzeler üzerinden yapılan simgesel anlatım geleneği hâlâ yaşar. “Kabak gibi ortada kalmak” ya da “fasulye gibi nimetten sayılmamak” gibi deyimlerin kökeninde de benzer bir mizahi bakış açısı vardır.

Lahanacılar ve Bamyacılar, Osmanlı toplumunun neşeli yanını, toplumsal farklılıkları espriyle karşılamayı bilen yapısını ve insan ilişkilerindeki o zarif mesafeyi gösteren bir hatıra olarak kültürel bellekte yaşamaya devam ediyor.

Önceki
Yorum Yok

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir