ARKEOLOJİYE GİRİŞ
- Eski Yunancanın “Arkhaios” (=eski) ve “Logos” (=bilim) kelimelerinden türetilmiş olan Arkeoloji kelimesi “Eskinin Bilimi” anlamındadır. Arkeolojinin Osmanlıca karşılığı “Atikiyat”dır. Arkeoloji bütün bilim dallarının kaynağı “anası” durumundadır.
- -16. yy. Avrupa’sında arkeolojinin bir bilim disiplini içersinde ortaya çıktiğına tanık oluyoruz. Bunun da nedeni Rönesans hümanistlerinin Antik Çağ sanat yapıtlarına yönelmeleriydi. Yunan ve Roma sanatına duyulan ilginin giderek artması ve 18.yy.’da İtalya’ da Pompei ve Herculaneum kentlerinin kazılması,arkeolojinin gelişmesinde önemli rol oynar.
- 1846’da Henry Creswicke Rawlinson, Mezopotamya çivi yazısını çözmeyi başarır. Anadolu’nun her türlü kalıntılarıyla araştırılıp adım adım gezilerek tanıtıldiğı dönem 18.yy. sonu 19. yy.başlarına rastlar. Anadolu’ya bu ilginin gösterilmesinde Ch.Texier,İngiliz Fellows, W.Hamilton ve G.Perrot gibi gezginlerin yayınları etkili olmuştur. 20.yy. Anadolu’da Hitit, Frig ve Lykia, Kilikia ile Urartu kültür ürünlerinin tanıtılmaya başlandığı bir dönemi kapsar.
- Anadolu’da ilk kazı ise 1871’de H. Schliemann tarafından Troia (Hisarlık) da gerçekleştirilir. Troia Kazılarına daha sonra W.Döpheld devam eder; Bu kazılar 1.Dünya Savaşına dek sürdürülür.
- Bu yeni dönemde Almanlar Pergamon, Priene,Milet ve Didyma’da; Avustralyalılar Efes’te; Amerikalılar ise Lydia’nın başkenti Sard’da kazılar yaparlar. Istanbul Arkeolojı Müzeleri adına Makridi Bey ve H.Wınckler’in gerçekleştırdiği Boğazköy (Hattuşaş) kazıları Hitit devlet arşivini ortaya çıkarır. L.Wooley’ın Kargamıs’ta (Cerablus), J.Garstag’ın Sakçagözü’nde,Von Luschan’ın Zincirli (sam’al) da N.Özgüç’ün Kültepe’de; R.O. Arık’ın Alacahöyük’de,L.Delaporte’nın Malatya-Aslantepe’de,U.B.Alkım’ın Karatepe’ de,H.Z.Koşay’ın Erzurum-Karaz ve Güzelova’da yaptıkları kazılarla Anadolu Arkeolojisi Kurulmuş
- 2863 SAYILI KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI KORUMA KANUNUNDA GEÇEN TANIMLAR VE ARKEOLOJİ İLE İLGİLİ BAZI MADDELER Bu Kanunun amacı; korunması gerekli taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile ilgili tanımları belirlemek, yapılacak işlem ve faaliyetleri düzenlemek, bu konuda gerekli ilke ve uygulama kararlarını alacak teşkilatın kuruluş ve görevlerini tespit etmektir.
- TÜRKİYE’DE ARKEOLOJİ Anadolu’da ilk sistemli Türk Kazısına 1881’de Osman Hamdi Bey’in kişiel çabalarıyla başlanır. Ardından, daha önceki pek önem verilmeyen tarihi eser kaçakçılığına bir son verilerek yakın zamana dek yürürlükte bulunan “Asar-i Atika Nizamnamesi” (Eski Eserler Yasası) çıkarılır.
- Türkiye’de arkeoloji, Cumhuriyetin ilanından sonra Atatürk’ün ilgisiyle önem kazanır. Remzi Oğuz Arık ve Hamit Zübeyr Koşay’ın oluşturdukları ekiplerle gerçekleştirilen Ahlatlıbel ve Alacahöyük kazıları ilk Türk ekip kazılarıdır. Türk Tarih Kurumu’nun kurulup kazılara mali destek sağlaması ve kazı raporlarının Kurum Matbaasında yayınlanması yurdumuz Arkeolojisine yapılan önemli katkılardır.
YÜZEY ARAŞTIRMASI NERELERDE YAPILIR ?
- HÖYÜK: Arapların “tell” ya da “tal”,Perslerin “tepe” diye adlandırdıkları höyükler, eski yerleşmelerin yıkılması veya doğal tahribi sonrasında onların kalıntılarıyla oluşmuş doğal olmayan tepeciklerdir. İlk çağlarda insanlar henüz yerleşik düzende yasamadıklarından, çoğunlukla da ağaç kovuklarında ve mağaralarda barındıklarından höyüklere rastlanmaz.
- AKROPOL: “Akro” (yüksek), “Polis” (şehir) kelimelerinden türetilmiş akropol, yüksek ve savunulması kolay tepeler üzerinde kale anlamındadır. Bu kale içinde yönetici krallığa ait çeşitli sosyal ve dinsel yapılar yer alır
- DÜZ ARAZİ YERLESMELERİ: Düz yerleşmelerdeki asal özellik sur duvarlı kalelerdir. Özellikle savunma amacıyla sağlam yapılı surlar ve yerleşme olarak da tepe sırtları seçilmiştir. Akropol krallığı temsil ettiği için halk daha çok ovadaki tarlaların bulunduğu düz arazide yasardı
- KURUMUŞ NEHİR YATAĞI: Yöreye ait seramik ve benzeri tasınmış malzemeyi derleyebilmek, ayrıca toprak altı tabanlaşma konusunda kısıtlı da olsa bir fikir sahibi olmaya yönelik, yüzeyde yapılan araştırmaların bir bölümünü kapsar.
- TÜMÜLÜS: Bunlar önemli kişilere, özellikle de kral ve prenslere ait mezar yapılardır. Gerek Tümülüs, gerekse höyük dış görünüş olarak birer “yapay tepecik”ten oluşmuştur. Farklılık içyapıdaki kuruluşlardır. Tümülüslerde önce mezar odası düz bir alan üzerine inşa edilir. Daha sonra üzeri kapatılarak dev bir toprak yığınıyla örtülür. Bu yapı tarzıyla hem mezarın yeri bir tepecikle belirlenmiş olur, hem de mezar odası soyguncuların dıştan gelecek tehlikelere karsı korunmuş olur.
- KURGAN : Orta Asya’daki Türk mezarlarına Kurgan denilmektedir.
- NEKROPOL: Yüzey araştırmasının yapılabileceği bir diğer saha ise nekropollerdir.” Nekro” (ölüler) ve “Polis” (şehir) kelimelerinden türetilmiş nekropol mezarlıkları kapsar. Genellikle kent dışında, bazen de ana kapının hemen yakinin da yer alırlar; Assos ve Termessos’ta olduğu gibi.
Arkeolojik kazılar amaçlarına göre 5’e ayrılır:
- Planlı Kazılar : En az doktora yapmış öğretim üyesi arkeologlar tarafından yıllara yayılan bilimsel kazılardır. Bu kazıların amacı, arkeolojik yerleşmeyi en iyi ve en doğru biçimde kazmak, buluntuları en iyi biçimde çıkarmak ve değerlendirmektir.
- Kurtarma Kazıları: Baraj, otoyol ya da herhangi bir inşai faaliyetin olacağı alanlardaki arkeolojik yerlerde yapılır. Bir iki yıl içerisinde çıkarılan eserler müzeye taşınarak inşaata devam edilir. Bulan eserin önemi ve yayıldığı alanın büyüklüğüne göre bazen inşaata izin verilmez ve kazı planlı kazıya dönüşebilir.
- Rastlantısal Kazılar: Adında da anlaşılacağı üzere rastlantı sonucu ortaya çıkan eserlerin bulunduğu alanlarda yapılır. Güney Fransa’daki Paleolitik çağın ünlü “Lascaux Mağarası”, 1940’da dört öğrencinin kökünden sökülmüş bir ağacın oluşturduğu çukuru incelemeye kalkışması üzerine ortaya çıkmıştır. Erzincan Altıntepe’deki Urartu yerleşmesinin ortaya çıkarılması da bir çifçinin bulduğu birkaç parça çmlek yardımıyla olmuştur.
- Define Kazıları: Definecilerin Müze Müdürlüklerine başvurusu ile Müze denetiminde yapılan resmi kazılardır. Kazı definecinin gösterdiği bir noktada yapılır. Kazı masrafı defineci tarafından karşılanır. Kazı sonunda kazı alanı eski durumuna getirilir. Define kazıları arkeolojik alanlarda yapılmaz. Kazı sonunda elde edilen buluntuların değeri bir komisyon tarafından takdir edilir ve yasada belirlenen oranda bu değerin bir bölümü defineciye verilir.
ARKEOLOJİNİN ANA KOLLARI
Arkeoloji Taş devrinden Ortaçağ’a kadar çok geniş bir zamanı kendisine konu olarak almıştır. Bir kişinin tüm bu zamanlara ait kalıntılarla uğraşmasına olanak yoktur. Bu nedenle Arkeoloji, çağlara ve yörelere göre çeşitli uzmanlık kollarına ayrılmıştır.
- PREHİSTORYA: İnsanlığın yazılı belgelerden önceki erken tarih çağlarına ait maddi kalıntıları ile uğraşır.
1.1.PALEOLİTİK ÇAĞ (ESKI TAŞ YA DA YONTMA TAŞ ÇAĞI) M.Ö.600.000-10.000: Tarih öncesi uygarlığının gelişme sürecinde, kültürel evrelerin en uzunu ve buzul çağlarının kültürel karşılığı olan; insanlığın ilk ortaya çıkışından, MÖ yaklaşık 10.000 yıl öncesine kadar süren arkeolojikçağ. Bu çağda çaytaşı, çakmaktaşı, hayvan kemikleri ve ağaç gibi doğal maddelerden yapılan ilk aletlerin kullanılmaya başlandığı ve insanların mağara, kaya sığınağı gibi yerlerde “büyük gruplar”/”kalabalık aileler” biçiminde yaşadıkları bilinmektedir. Paleolitik insan, besinini avcılık ve toplayıcılık yoluyla tüketime hazır olarak sağlamakta; kendisi besin üretmemekteydi. Ateş, bu çağda bulunmuş ve çiğ yenemeyen besinleri pişirmeye, ısınmaya, yırtıcı hayvanlardan korunmaya yaramıştır. Mağara ve kaya sığınaklarının duvarlarına çizilen resimler yine bu çağın belirgin özelliklerindendir.
- Alt Paleolitik Çağ: Bu çağda, genellikle Homo Erectus’un yaptığı kültürler egemendir.
- Orta Paleolitik Çağ: Bu çağda Neanderthaller ortaya çıkarlar. Ateşin yaygın kullanımı ve denetimi, mızrak gibi fırlatmalı aletlerin ortaya çıktığı dönem, Orta Paleolitik Çağ’dır.
- Üst Paleolitik Çağ: Bu çağ, yaklaşık 35 bin yıl önce başlar. Bu çağda etkin olan insan türü, modern insan olan Homo Sapiens’tir. Bu çağda, mağara duvarlarına yapılmış resimler ve taşınabilir figürinlerden oluşmuş sanata Avrupa da rastlanılmaktadır. Ateş, bu çağda bulunmuş ve çiğ yenemeyen besinleri pişirmeye, ısınmaya, yırtıcı hayvanlardan korunmaya yaramıştır. Mağara ve kaya sığınaklarının duvarlarına çizilen resimler yine bu çağın belirgin özelliklerindendir.
1.2. NEOLİTİK ÇAĞ (CİLALI TAŞ ÇAĞI): M.Ö.10.000-5000. Bu Çağ insanı, bazı bitkileri tarıma almış, birçok hayvanın da evcilleştirilmesini gerçekleştirmiş; avcılığın yerine hayvancılık, toplayıcılığın yerine ise tarım ya da rençberlik geçmiştir. İnsanoğlu ilk kez bu dönemde, doğa ile ilişkisini kendi lehine çevirmeyi başarmıştır. Üretimle birlikte gelen yerleşik yaşam, 20 köylerin ve giderek kentlerin kurulmasına yol açmıştır. Arkeologlar tarafından, ilk kez bu çağda ortaya çıkan, besinlerin depolandığı, taşındığı, pişirildiği çanak çömlek yapımı kıstas alınarak, Çanak Çömleksiz ve Çanak Çömlekli diye iki alt döneme ayrılan Neolitik Çağ, Anadolu ve Trakya’da, bugüne kadar bilinen, 400’e yakın yerleşme ile temsil edilmektedir. Bu yerleşmeler arasında yer alan Çayönü (Diyarbakır), Cafer Höyük (Malatya), Aşıklı Höyük (Aksaray), Kuruçay (Burdur), Çatalhöyük (Konya), Hacılar (Burdur), Nevalı Çori ve Göbekli Tepe gibi yerleşmeler, gerek küçük buluntuları, gerek mimari kalıntıları, gerekse o dönem insanının sanatsal, dinsel yaratımı açısından bu çağın en ilginç yerleşmelerinden bazılarıdır.
1.3 KALKOLİTİK ÇAĞ (M.Ö. 5000-3000):
- a) Erken Kalkolitik çağ: Geç Neolitik dönemde yaşanan yangınlardan sonra ileri üretici dönem denen Kalkolitik dönem başlamıştır. Bu dönemin en önemli özelliği taş aletlerin yanısıra bakırın da kullanılmaya başlamasıdır. İkinci belirgin özellik ise özgün bezemeli kaplardır. Kalkolitik Çağın ilk evresi olan Erken Kalkolitik’te nüfus artışıyla birlikte yerleşim yerlerinde de bir artış görülmektedir. Önemli yerleşim yerleri arasında Hacılar, Kuruçay, Can Hasan, Köşkhöyük, Yümüktepe, Tülintepe, Norşuntepe, Korucutepe, Samsat ve Tilkitepe sayılabilir.
- b) Geç kalkolitik Çağ : İkinci evreyi oluşturan geç kalkolitik dönem kabaca M.Ö. 3. bine tarihlenir. Anadolu bu dönemde büyük olasılıkla Boğazlar üzerinden gelen göçlere sahne olmuştur. Buna bağlı olarak nüfus artmış ve yeni yerleşim yerleri ortaya çıkmıştır. Artık Anadolunun bütününde homojen bir kültürden söz etmek söz konusu değildir. Göçlerle gelen etkiler sonucu eski ince kap formlarının yanında onlardan tümüyle farklı, siyah zemin üzerine beyaz boya ile yapılmış çizgilerle bezenmiş yeni kap çeşitleri ortaya çıkmıştır. Daha önceki gerçekçi Anatanrıça figürinlerinin aksine son derece soyut, fakat yine Anatanrıçayı ifade eden, mermerden yapılma idoller yaygınlaşmıştır.
- PROTOHİSTORYA : Yazının bulunmasından sonraki erken tarih çağları ile uğraşır.
2.1. TUNÇ ÇAĞI (M.Ö.3000-1200): Bu yeni dönemde, önceki çağların tarım hayvancılık, dokumacılık, çömlekçilik gibi buluşlarına, daha güçlü silahların üretilmesine, daha ince süs eşyalarının yapılmasına olanak veren bakır ve kalay alaşımı olan tunç keşfedilmiştir. eklemiştir. Besin üretimi alanında olduğu gibi, metal işleme alanında da teknolojik gelişmeler her bölgede eş zamanlı olarak yaşanmamıştır. Tunç Çağına Anadolu’da M.Ö. 3000, Girit, Ege Adaları ve Yunanistan’da M.Ö. 2500, Avrupa’da ise M.Ö. 2000 yıllarında ulaşılabilmiştir.
Anadolu’da M.Ö. 3000-1200 yılları arasında ele alınan Tunç Çağı kazılarında bulunan çanak çömleğin yapısına, üretimde ve mimaride kullanılan teknolojinin düzeyine göre Erken, Orta ve Geç Tunç olmak üzere üç evrede incelenir.
- a) Erken Tunç Çağı (M.Ö. 3000-2500) 21
- b) Orta Tunç Çağı (M.Ö 2500-2000)
- c) Geç Tunç Çağı (M.Ö 2000-1200)
2.2. DEMİR ÇAĞI (1200-700)
KLASİK ARKEOLOJİ: Klasik Arkeoloji daha çok Antik Çag diye adlandirilan Yunan ve Roma uygarlıklarını kapsayan bir dönemi içerir. Dar anlamıyla yaklaşık olarak M.Ö. 6. yüzyıl ile M.S. 3 yüzyıl arasındaki zaman dilimi ile ilgili olsa da geniş anlamıyla M.Ö. üçüncü binyıla kadar uzanan Girit, Yunan Anakarası ve Anadolu’nun batı ve güney kıyılarını içeren kültürlerin gelişimini inceler.
HELLEN UYGARLIĞI
Hellenlerin ataları olan Akalar M.Ö. 1600-1200 yıllarında bugün Myken adı verilen uygarlıgı yaratarak Yunan yarımadasında, Orta ve Dogu Akdeniz çevrelerinde yoğun ticaret ve kültürel etkinlik göstermişlerdir. Bu sayede Mezopotamya uygarlıklarıyla koloniler aracılığıyla komşu olup uygarlıklarının etkisini oralara ulaştırmışlardır. Ege göçleri yüzünden son bulan bu uygarlığın ardından Hellenler 400 yıl boyunca ilkel bir yaşam sürmüşlerdir. Bu dönemde yaşayan belli başlı toplumlardan Dorlar, Rodos ve Batı Anadolu’nun güneyinde, Ionlar Sakız, Sisam ve Batı Anadolu’nun ortalarında, Aioller Midilli ve Batı Anadolu’nun kuzeyinde yerleşmişlerdir. İlk koloniler M.Ö. 1050-1000 yılları arasında kurulmuştur. Pers Egemenligi Dönemi (M.Ö. 545-333): Anadolu Pers Kralı Cyrus’un M.Ö. 546 tarihinde Lidya Kralliğını yıkması ile Büyük İskender’in M.Ö. 333 tarihinde İskederun yakınlarındaki İssos’ta Dara’yı yenmesi arasında kalan ikiyüzyılı aşkın bir süre içinde Pers egemenliğine sahne olmuştur. Bu dönemde yerli beylikler (satraplar) tarafından yönetilen Anadolu’da ilginç bir Greko-Pers stili geliştirilmiştir. Başlıca kültür odakları arasında Manyas Gölü kenarındaki Daskyleion ile Lidya’da ve Karya’da gelişen satraplıkları (Pers Eyaleti) bulunur. Pers egemenliği sırasında Likya’da Xanthos’da ve Lymira’da gelişen yüksek nitelikteki mimarlık ve heykeltraşlık örnekleri, özünde Hellenistik nitelikler bulunan eserlerdir. Anadolu’daki Geç Arkaik Hellen sanatı Pers egemenliği altında olduğu halde özgünlüğünü koruyabilmiştir.
Hellenistik Çağ (M.Ö. 300-30) : İskender’in Hellespontus’u (Çanakkale Bogazı) geçtiği M.Ö. 334 yılı, Hellen uygarlığı ve bütün dünya için büyük önem taşıyan yeni bir dönemin baslangıcı olmuştur. Roma İmparatoru Augustus (M.Ö. 27) ile son bulan bu tarihi dönemde Hellen uygarlığı Asya ve Afrika’ya kadar yayılımış, Doğu ve Batı arasında bir kültür etkileşimi yaratılmıştır. Doğu ruhunun Hellen uygarlığı ile kaynaşmasından, dış görünümü ile Hellenli, ancak özüyle Doğulu bir dünya görüşü ortaya çıkmıştır. İskender’e Mısır’da Tanrı Amon’un oğlu olarak tapılmıştır. Hellenistik dönem boyunca Anadolu iki değişik yönetime sahne olmustur.
Roma Çağı (M.Ö. 30 – M.S. 395): M.S. 1. ve 2. yüzyıllarda Anadolu kentleri o dönem uygarlıklarının en zengin ve en önemli sanat merkezleri arasındaydı. Roma Çağında da Anadolu-Hellen geleneği kısmen kesintisiz olarak devam etmiştir.
KLASiK DÖNEM YUNAN SERAMiKLERİ BEZEME TEKNİKLERİ
Seramik kapları bunca değerli kılan en büyük etken de şüphesiz üzerlerindeki bezemelerdir. Tahta, kumaş, deri benzeri malzemeler üzerine yapılan resimler günümüze ulaşamamiştır ve bugün Yunan resim sanatı hakkında sahip olunan bilginin çoğu kapların süslemelerinden edinilenlerdir. Genellikle mitolojik sahnelerin işlendigi bu süslemeler Yunan mitolojisi, resim sanatı ve günlük yaşamı konusunda da detaylı bilgiler vermektedir. M.Ö. 6. ve 5. yüzyıllarda ortaya çıkıp yaygınlaşan Siyah Figür ve Kırmızı Figür seramik teknikleri Klasik Dönem boyunca en etkin bezeme teknikleri olmuştur.
ANTİK YUNAN KENTİNDEKİ ANITSAL YAPILAR
- Agora: Halka açık, ticari, resmi, adli ve dini işlerin yapıldığı, içinde stoaların ve dükkanların yanısıra tapınak ve sunakların da yer aldığı pazar yeri. Akropolis: Genelde sarp bir tepeye kurulan şehrin savunmasında önem taşıyan iç kale. Akropolde saraylar, savunma amaçlı yapılar ve tapınaklar yer almıştır.
- Stoa: En çok agoralarda bulunmakla birlikte, kimi tiyatro, tapınak ve gymnasiumlarda da yeralan, halkın güneşten ve yağmurdan korunarak dinlenebileceği bir yapıdır. Genelde uzunlamasına yapılmış bir duvar, buna paralel bir veya birkaç sütun dizisi ve bunlar örten bir çatıdan oluşur.
- Bouleuterion: Antik Yunan’da kent meclisinin toplantılarının yapıldığı kapalı binadır. Agoranın demokrasi ile olan ilişkisinin sonucu olarak kent meclisinin toplantı yapısı da çoğunlukla agoraya yakındır. Bouleuterion Ocak Tanrıçası Hestia’nin sunağını da içerir.
- Prytaneionn (Bouleuterion) : Meclis üyelerinin barındığı ve kentin kutsal bağımsızlık ateşinin yandığı bina. “Hükümet Sarayı” biçiminde yorumlanabilir. Örnek: Priene Priytaneionu.
- Gymnasium: Antik Yunan’da gençlerin bedensel ve toplumsal egitim aldıklari, çoğunlukla güreş, koşu, atletizm, boks ve yüksek atlama gibi sporları yaptıkları bina. Sporculara felsefe ve mantık gibi dersler de verilirdi. Bir çeşit Spor Akademisi olarak yorumlanabilir. Bir poliste agora kadar önemli bir etkendir. Gymnasium içinde yeralan palaestra spor çalışmalarının yapıldığı bölümdür. Örnek: Priene, Efes, Sard Gymnasiumu.
- Stadium: Açık havada yapılacak spor karşılasmaları için kullanılan, çevresinde seyirciler için oturma basamakları bulunan oval sekilli yapıdır. Örnek: Didyma, Aphrodisias, Efes, Priene Stadyumu.
- Tapınak: Yunan dini inancında çok fazla sayıda tanrı olması ve daha önemlisi her kentin bir koruyucu tanrısının bulunmasının doğal bir sonucu olarak Yunan kentinde çok sayıda ve görkemli tapınaklar bulunurdu.
- Tiyatro : Yunanca “her tür eserin temsil edildiği yapı” anlamına gelen “Theatron” kelimesinden türemiştir. Örnek: Efes, Priene, Aspendos Tiyatrosu.
- Amfitiyatro: Grekçe çepeçevre anlamına gelen “amphi” ve tiyatro anlamına gelen “theater” kelimelerinden türemiştir. Ortasında “arena” adı verilen bir açık alan ile bu alanı çepeçevre kuşatan oturma sıralarından oluşmuş, yavarlak ya da elips biçimli yapı.
- Hipodrom : Grekçe At anlamına gelen “Hippos” ve koşu-yarış anlamına gelen “Dromos“ kelimelerinden oluşmuştur. At ve araba yarışlarının yapıldığı yer demektir.
- Odeion : Grekçe şarkı anlamına gelen “Odhi” kelimesinden türetilmiştir. Konser ve oyunlar için yapılmış özel tiyatrolardır. Büyük tiyatrolardan tek farkı üzerlerinin bazen kapatılmış olması ve onlara göre daha küçük yapıda olmalarıdır. Örnek: Efes Odeionu, Atina Odeionu.
- Auditorium : Auditorium : Odeon biçiminde düzenlenmiş , siyasi, felsefi ve bilimsel konuşmaların yapıldığı, konferansların verildiği yapı.Konferans salonu.
- Propleia : Grekçe ön anlamına gelen “pro” ve kapı anlamına gelen “pule” kelimelerinin türetilmesinden “ön-kapı” anlamındadır. Kutsal alanlara girişte genellikle bu kapılar yer almaktadır. Örnek: Milet, Efes Propleiası.
- Thesauroi (Temenos) : Devlet hazinelerinin ve tapınağa ait adak eşyalarının saklandığı “Hazine binası”.
- Altar : Tanrılara adanan kurbanların kesilip yakıldığı taş tabla. Önceleri açık havada olan altarlar, sonraları tapınakların içine alınmıştır. Örnek: Bergama Zeus Altarı.
- Tholos : Dairesel planlı tapınma yapısı.
- Nympheum : Anıtsal çeşme yapısı. Genellikle nişlerle süslü bir ön cephe ve önündeki havuzdan oluşurdu. Örnek: Milet Nympheumu.
- Akuadukt : Greklerde ve özellikle romalılarda, kent dışından su getirmek amacıyla yapılmış su kemeri.
- Hamam : Hamam : Umuma açık yıkanma yapısı. Grekler “Balnea”, Romalılar “Termae” der.
- Heroon (Mouseleum) : Grekçe kahraman anlamındaki “heros” kelimesinden türemiş olup, soylular ve kahramanlar için veya yarı tanrılar için yapılmış anıt mezar demektir. Örnek: Halikarnassos Mouseleumu.
- Lahit : Merden yapılmış, içerisine ölü gömülen sanduka.
SÜTUN BAŞLIKLARINA GÖRE YUNAN TAPINAK DÜZENİ
Sütunlar bir yapıya zerafet de katabilmektedir, güçlülük hissi de. İşte bu sebeple, Yunan tapınak mimarisinde sınıflandırma sütun başlıklarına göre yapılmıştır. Düzenler sütun başlarında kullanım olarak ortaya çıkmışsa da bir bütün olarak binaların tamamnı içeren sanatsal ögelerdir.
Bunlar ortaya çıkış sıralarına göre; a) Dorik Düzen: Zaman içinde ilk örneklerini Yunan Anakarasında gördüğümüz en sade düzen olan Dorik Düzendir b) İonik Düzen: Kaynağını Anadolu’dan almıştır. (Ephesos Artemission’u). c) Korint Düzeni: Geç dönemlerde ortaya çıkmış sanatsal yönden daha süslü özelliği olan bir düzendir. Bu ana düzenlerin dışında Aeolik, Toskanik, ve birçok unsurun beraber kullanıldığı Kompozit düzenler de kullanılmıştır.
SÜTUNLARIN DİZİLİŞLERİNE GÖRE YUNAN TAPINAK DÜZENİ
Sütun başlıklarına göre yapılan sınıflandırmanın yanısıra bir diğer sınıflandırma da sütunların dizilişlerine ve içindeki odaların sayı ve şekline göre yapılandır. Genel olarak tapınak ortada tanrı heykelinin yeraldığı naos (sella) adlı dikdörtgen oda, bazen bu büyük odanın önünde ya da arkasında yeralan daha küçük odalar ve bu odaları çevreleyen sütun dizilerinden oluşmaktadır. Sütun dizileri yalnızca bir cephede, karşılıklı iki cephe boyunca, bir dörtgen oluşturacak şekilde veya içiçe iki dörtgen şeklinde olabilir. Bu sınıflandırmada karşılaşılan başlıca türler şunlardır:
- a) Peripteros (Sellanın bir dizi sütunla çevrili olması),
- b) Dipteros (Sella duvarının iki sıra sütunla çevrili olması),
- c) seudodipteros (Sella duvarları ile sütunlar arasında ikinci bir sütun sırası girecek şekilde yapılan tapınak). Sık rastlanmasa da yuvarlak düzenin uygulandığı da olmuştur.
Yorum Yok