Aspirinin hammaddesi, tarihsel olarak bitkilerde bulunan salisilik asitten gelir. Salisilik asit, söğüt ağacının kabuğu gibi bitkilerde doğal olarak bulunan bir bileşiktir ve yüzyıllardır ağrı ve ateş düşürücü olarak kullanılmıştır. Eski Yunanlılar ve Mısırlılar, söğüt ağacı kabuğunu tedavi amaçlı kullanmışlardır. Bu uygulamanın kökeni Hipokrat’a kadar dayanır; o dönemde insanlar ağrı ve iltihaplanmayı hafifletmek için söğüt ağacı kabuğunu çiğnerlerdi.
Ancak modern aspirin, saf kimyasal formda salisilik asidin kullanılmasıyla üretilmez. Aspirinin aktif maddesi asetilsalisilik asittir. 19. yüzyılın sonlarında, Alman kimyager Felix Hoffmann ve Bayer şirketi, salisilik asidin ağrı kesici ve iltihap giderici özelliklerini koruyan ancak yan etkilerini azaltan bir formül geliştirdi. Hoffmann, salisilik asidi asetilleyerek asetilsalisilik asidi sentezledi. Bu, modern aspirinin temel bileşeni oldu ve 1899’da Bayer tarafından “Aspirin” markasıyla piyasaya sürüldü.
Asetilsalisilik asit, anti-inflamatuar, ağrı kesici ve ateş düşürücü etkileriyle bilinir. Bu etki mekanizması, vücutta prostaglandin adı verilen kimyasalların üretimini engelleyerek gerçekleşir. Prostaglandinler, ağrı, iltihap ve ateşe neden olan kimyasal habercilerdir. Aspirin, siklooksijenaz (COX) enzimi adı verilen bir enzimi inhibe ederek bu kimyasalların üretimini azaltır. Bu yüzden baş ağrısı, kas ağrıları, ateş, romatoid artrit gibi rahatsızlıkların tedavisinde yaygın olarak kullanılır.
Aspirin aynı zamanda düşük dozlarda alındığında kan sulandırıcı etkisiyle kalp krizi ve inme riskini azaltmak için de kullanılır. Bu etki, trombositlerin (kanın pıhtılaşmasını sağlayan hücreler) birbirine yapışmasını engellemesinden kaynaklanır.
Sonuç olarak, aspirinin hammaddesi salisilik asittir, ancak modern formu asetilsalisilik asit olarak bilinir. Doğal bir bitkisel kaynak olan söğüt ağacının kabuğunda başlayan bu yolculuk, kimyasal sentez yoluyla günümüzde yaygın olarak kullanılan bir ilaç haline gelmiştir.
Yorum Yok