Mezopotamya’nın Sessiz Tanığı Hasankeyf
Hasankeyf, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde, Dicle Nehri kıyısında kurulmuş binlerce yıllık bir yerleşim yeridir. Batman iline bağlı olan bu kadim şehir, sadece Türkiye için değil, dünya kültür tarihi açısından da önemli bir yere sahiptir. Hasankeyf’in tarihi, yaklaşık 12.000 yıl öncesine kadar uzanır. Bu özelliğiyle yalnızca bir şehir değil, aynı zamanda tarih boyunca farklı medeniyetlerin iz bıraktığı doğal bir açık hava müzesidir.
Mezopotamya’nın kuzeyinde, stratejik bir konumda yer alması, Hasankeyf’i her dönemde önemli kılmıştır. Asurlular, Persler, Romalılar, Bizanslılar, Artuklular, Eyyubiler ve Osmanlılar gibi pek çok medeniyet burada iz bırakmıştır. Bu da Hasankeyf’in kültürel mirasını çok katmanlı ve eşsiz kılar.
Yüzlerce yıl boyunca ticaret yollarının kesişim noktasında bulunan Hasankeyf, sadece ekonomik değil, kültürel ve dini açıdan da önemli bir merkez olmuştur. Ne var ki, modern projeler ve baraj inşaatları, bu kadim şehrin yüzeydeki büyük bölümünü sular altında bırakmıştır. Buna rağmen Hasankeyf’in tarihi ve kültürel mirası, hâlâ yaşamaya devam eden güçlü bir bellektir.
Hasankeyf’in Coğrafi Konumu ve Stratejik Önemi
Hasankeyf, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde, Batman ilinin yaklaşık 37 kilometre güneydoğusunda, Dicle Nehri’nin kıyısında yer alır. Şehir, doğal kayalıkların üzerine kurulmuş olmasıyla dikkat çeker. Hem savunma açısından avantaj sağlayan bu konum, hem de nehre yakınlığı sayesinde tarih boyunca ticaret, ulaşım ve tarım açısından büyük bir önem taşımıştır.
Dicle Nehri’nin iki yakasına kurulan şehir, nehir üzerindeki eski köprülerle birbirine bağlanmış ve bu da Hasankeyf’i bir geçiş noktası haline getirmiştir. Özellikle Orta Çağ’da Mezopotamya ile Anadolu arasında stratejik bir durak olan Hasankeyf, bu özelliğiyle çok sayıda devletin hâkimiyet mücadelesine sahne olmuştur.
Aynı zamanda torosların güney eteklerine yakın bir noktada yer alması, hem dağlık hem de ova arazilerine ulaşımı mümkün kılmış, bu da hem askerî hem ticari açıdan önemli bir avantaj sağlamıştır. Bu nedenle Hasankeyf, yalnızca yerleşim yeri değil, aynı zamanda savunma kalesi ve bölgesel yönetim merkezi olarak da kullanılmıştır.
Hasankeyf’in coğrafi özellikleri, onun tarih boyunca sürekli yerleşime açık kalmasının ve birçok farklı medeniyet tarafından tercih edilmesinin başlıca nedenleri arasında yer alır.
Tarih Öncesi Dönemlerden Osmanlı’ya Uzanan Süreç
Hasankeyf’in tarihi, arkeolojik bulgulara göre yaklaşık 12.000 yıl öncesine, yani Tarihöncesi Çağlara kadar uzanır. Mağara yerleşimleri, bölgedeki ilk insan topluluklarının burada yaşadığını göstermektedir. Dicle Nehri kıyısındaki doğal mağaralar, barınma ve güvenlik açısından uygun koşullar sunmuş, bu da yerleşimin sürekliliğini sağlamıştır.
Roma Dönemi’nde, M.S. 4. yüzyılda şehir “Kifas” adıyla anılmış ve önemli bir askerî garnizon olarak kullanılmıştır. Roma’nın doğu sınırında yer aldığı için, Sasanilerle olan savaşlarda önemli bir üs görevi görmüştür. Şehir, bu dönemde sur duvarları, köprüler ve sarnıçlarla güçlendirilmiştir.
Bizans İmparatorluğu döneminde de önemini koruyan Hasankeyf, 7. yüzyıldan itibaren Arapların egemenliğine geçmiştir. Bu süreçte İslam kültürü ile tanışmış, camiler ve medreseler inşa edilmiştir. 11. yüzyılda Selçuklular, ardından Artuklular, daha sonra ise Eyyubiler şehri kontrol etmiştir.
Artuklular Dönemi, Hasankeyf’in en parlak dönemlerinden biridir. Bu dönemde şehir hem kültürel hem ekonomik açıdan gelişmiş, Hasankeyf Köprüsü, Büyük Saray, Ulu Cami ve çeşitli medreseler inşa edilmiştir. Eyyubiler, Artukluların mirasını sürdürerek şehri bir bilim ve sanat merkezi haline getirmiştir.
1515 yılında Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katılan Hasankeyf, bu dönemde bölgesel bir merkez olarak varlığını sürdürmüştür. Ancak Osmanlı’nın ilerleyen yüzyıllarda bölge yönetimini Diyarbakır ve Mardin gibi merkezlere kaydırmasıyla, Hasankeyf’in siyasi ve ekonomik önemi giderek azalmıştır.
Artuklular ve Eyyubiler Dönemi: Altın Çağ
Hasankeyf, tarihindeki en parlak dönemlerinden birini Artuklular ve ardından gelen Eyyubiler döneminde yaşamıştır. Bu iki yönetim dönemi, şehrin sadece siyasi ve ekonomik açıdan değil, aynı zamanda bilim, mimari ve kültür alanında da zirveye ulaştığı zamanlardır.
Artuklular, 12. yüzyılın başlarında Hasankeyf’i ele geçirdikten sonra burayı başkent ilan etti. Şehir, bu dönemde ciddi bir imar faaliyetiyle karşılaştı. En dikkat çekici eserlerden biri, 1116 yılında inşa edilen ve zamanına göre mühendislik harikası sayılan Hasankeyf Köprüsü idi. Ahşap orta kısmı gerektiğinde kaldırılarak savunma amacıyla kullanılan bu köprü, Dicle Nehri üzerindeki en geniş açıklıklı taş köprülerden biri olarak kabul edilir.
Bu dönemde yapılan önemli yapılar arasında:
-
Ulu Cami,
-
Küçük Saray (Artuklu Sarayı),
-
Medreseler ve hamamlar,
-
Kale içindeki sarnıç ve savunma sistemleri yer alır.
Eyyubiler, 1232 yılında Hasankeyf’in kontrolünü ele geçirdiğinde bu mirası devraldı ve üzerine yeni yapılar ekledi. Özellikle dini yapılar, eğitim kurumları ve mezarlık alanları bu dönemde yoğunlaşmıştır. Zeynel Bey Türbesi, dönemin mimari anlayışını yansıtan önemli bir örnektir.
Eyyubiler döneminde Hasankeyf, aynı zamanda bir ilim ve kültür merkezi haline geldi. Medreselerde felsefe, astronomi, tıp ve dini ilimler okutuluyordu. Bilginler ve sanatkârlar, bölgenin farklı yerlerinden buraya gelerek şehri kültürel bir merkez haline getirdi.
Artuklu ve Eyyubi dönemleri, Hasankeyf’in altın çağı olarak tanımlanır. Şehrin bugüne ulaşan mimari ve kültürel mirasının büyük bir bölümü bu iki döneme aittir.
Tarihi Yapılar ve Mimari Zenginlik
Hasankeyf, yüzyıllar boyunca farklı medeniyetlerin izlerini taşıyan, çok katmanlı bir mimari dokuya sahiptir. Her biri kendi döneminin teknikleriyle inşa edilmiş olan bu yapılar, Hasankeyf’in kültürel mirası açısından büyük önem taşır. Özellikle Orta Çağ’a ait kalıntılar, bölgenin mimarlık tarihine ışık tutar.
En dikkat çeken yapılar şunlardır:
1. Hasankeyf Kalesi
Kayalık bir tepe üzerinde yükselen kale, şehre hâkim bir konumdadır. Roma döneminden itibaren kullanılan kale, daha sonraki dönemlerde güçlendirilmiş ve içinde sarnıçlar, depolar, saray kalıntıları gibi yapılarla donatılmıştır. Kalenin etrafındaki savunma duvarları büyük ölçüde yok olmuş olsa da, yapının planı hâlâ izlenebilmektedir.
2. Ulu Cami
-
yüzyılda Artuklular tarafından inşa edilen cami, taş işçiliğiyle öne çıkar. Mimarisinde, Dicle Nehri’ne bakan minaresiyle dikkat çeker. Minarenin bir kısmı yıkılmış olsa da, alt bölümdeki yazıtlar ve geometrik bezemeler hâlen görülebilir.
3. Zeynel Bey Türbesi
Eyyubi hükümdarı Zeynel Bey adına 15. yüzyılda yapılmıştır. Anadolu’da türünün tek örneği olan bu anıt mezar, çini süslemeleri ve silindirik yapısıyla dikkat çeker. Ilısu Barajı nedeniyle bu türbe, 2017 yılında taşınarak korunmuştur.
4. Hasankeyf Köprüsü
1116 yılında Artuklular tarafından inşa edilen köprü, zamanında Dicle üzerindeki en büyük taş köprülerden biriydi. Bugün sadece ayakları ayakta kalan köprünün orta kısmı ahşap olup savunma amacıyla kaldırılabiliyordu.
5. Mağara Evler ve Kaya Oyma Yapılar
Hasankeyf’in en özgün miraslarından biri, doğal kayalara oyulmuş mağara evleridir. Sayısı 5.000’i aştığı tahmin edilen bu yapılar, antik dönemlerden Osmanlı’ya kadar farklı şekillerde kullanılmış; konut, depo, ibadethane ya da mezar olarak işlev görmüştür.
Bu mimari yapıların tamamı, Hasankeyf’in tarihi derinliğini ve estetik anlayışını yansıtır. Her biri, farklı dönemlerin izlerini barındırarak şehrin ne kadar çok yönlü bir geçmişe sahip olduğunu gösterir.
Kültürel Değerler ve Yaşayan Halk Belleği
Hasankeyf, sadece mimarisiyle değil, aynı zamanda yüzyıllardır süregelen kültürel hafızasıyla da değerli bir yerleşim yeridir. Burada yaşayan halk, kuşaktan kuşağa aktarılan sözlü tarih, geleneksel yaşam biçimleri ve dini inançlarla, kentin kültürel sürekliliğini bugüne kadar taşımıştır.
Dil ve Anlatım Kültürü
Bölge halkı, ağırlıklı olarak Kürtçe konuşsa da, Arapça ve Türkçe de yer yer kullanılmıştır. Sözlü edebiyat, özellikle masallar, efsaneler ve destanlarla zenginleşmiş, bu anlatılar hem Hasankeyf’in tarihini hem de halkın yaşadığı dönüşümleri simgeleştirmiştir. Özellikle Hasankeyf Kalesi ve mağaralar hakkında anlatılan efsaneler, halk belleğinde güçlü yer tutar.
El Sanatları ve Geçim Kültürü
Dicle Nehri kıyısındaki yaşam, balıkçılık ve küçük ölçekli tarım ile şekillenmiştir. El sanatları arasında taş işçiliği, dokumacılık ve ahşap oyma gibi faaliyetler ön plana çıkmıştır. Ancak son yıllarda bu gelenekler büyük oranda kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.
Dini Hayat ve Manevî Mekanlar
Hasankeyf, tarih boyunca çok sayıda dinî yapıya ev sahipliği yapmıştır. Camiler, türbeler ve medreseler, hem ibadet hem de eğitim merkezi olarak kullanılmıştır. Zeynel Bey Türbesi ve İmam Abdullah Zaviyesi gibi yapılar, yerel halk tarafından ziyaret edilen kutsal mekânlardandır.
Göç ve Kimlik
Baraj nedeniyle şehir yerinden taşınırken, halk da yeni yerleşim bölgesine zorunlu olarak göç etmek zorunda kaldı. Bu durum, sadece fiziksel bir yer değişikliğini değil, aynı zamanda kültürel bir kopuşu da beraberinde getirdi. Ancak pek çok Hasankeyfli, eski şehre dair anıları yaşatmaya devam ediyor. Göç eden halkın anlatıları, Hasankeyf’in kültürel belleğini diri tutuyor.
Hasankeyf’in yaşayan kültürü, yerin ruhunu sadece taşlarda değil, insanlar arasında da sürdürüyor. Bugün her ne kadar fiziksel yapıların birçoğu yer değiştirmiş ya da su altında kalmış olsa da, halkın hafızasında ve günlük yaşamında Hasankeyf’in tarihi hâlâ canlılığını koruyor.
UNESCO ve Koruma Çabaları
Hasankeyf, taşıdığı tarihi, kültürel ve doğal değerler nedeniyle uzun yıllardır yerel ve uluslararası düzeyde koruma gündemindeydi. Ancak tüm bu çabalara rağmen, UNESCO Dünya Mirası Listesi‘ne alınamadı. Bu durum, yerel halk ve bilim çevreleri tarafından büyük bir eksiklik olarak değerlendirildi.
UNESCO Kriterlerini Karşılıyordu
Uzmanlar, Hasankeyf’in UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girebilmesi için gereken 10 kriterden en az 9’unu karşıladığını defalarca vurguladı. Bu kriterler arasında, insanlık tarihinin önemli evrelerini yansıtması, özgün mimari örneklere sahip olması, bir kültürün ya da medeniyetin izlerini taşıması gibi unsurlar yer alıyor. Ancak bu potansiyele rağmen, resmi başvurular ve süreçler tamamlanmadığı için listeye giremedi.
Sivil Toplum ve Akademik Girişimler
2000’li yıllardan itibaren çok sayıda sivil toplum kuruluşu, arkeolog, sanatçı ve çevreci Hasankeyf’i yaşatmak ve korumak amacıyla kampanyalar başlattı. Ulusal ve uluslararası alanda yapılan bu girişimlerde, Ilısu Barajı’nın yaratacağı tahribata dikkat çekildi. “Hasankeyf UNESCO’ya” sloganı ile düzenlenen etkinlikler, kamuoyunun farkındalığını artırmayı hedefledi.
Baraj Projesine Karşı Tepkiler
Ilısu Barajı Projesi, 1990’ların sonlarından itibaren hem çevresel hem kültürel açıdan büyük eleştiriler aldı. Barajın inşası tamamlandığında, antik Hasankeyf’in büyük bölümü sular altında kaldı. Bu durum, dünyadaki sayılı kültürel alanlardan birinin geri dönüşsüz biçimde zarar görmesi anlamına geldi.
Taşıma ve Yeni Yerleşim Alanı
Kültürel varlıkların bir kısmı — örneğin Zeynel Bey Türbesi, Artuklu Hamamı, İmam Abdullah Zaviyesi — 2017-2020 yılları arasında taşınarak yeni Hasankeyf yerleşkesine aktarıldı. Bu taşıma süreci büyük teknik zorluklara rağmen tamamlandı, ancak eleştiriler taşımanın tarihi bağlamı kopardığı yönünde yoğunlaştı. Yapılar taşınsa da, mekânsal ve kültürel bağlamları artık aynı değildi.
Uluslararası Eleştiriler
UNESCO ve ICOMOS (Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi) gibi kurumlar, süreç boyunca çeşitli raporlarla uyarılarda bulundu. Ancak baraj projesi devlet politikası kapsamında yürütüldüğü için dış müdahale imkânı kısıtlıydı.
Sonuç olarak, Hasankeyf’in korunması için geç kalındı, ancak taşıma ve belgeleme çalışmaları sayesinde bazı yapılar en azından fiziksel olarak varlığını sürdürebildi. Yine de Hasankeyf’in özgün tarihi dokusu ve yer belleği, geri dönüşsüz biçimde sular altında kaldı.
Baraj Sonrası Durum: Yeni Hasankeyf ve Taşınan Miras
Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santrali Projesi, 2020 yılında tamamlanarak Dicle Nehri’nin akışını önemli ölçüde değiştirdi. Bu gelişmeyle birlikte, antik Hasankeyf’in büyük bölümü sular altında kaldı ve şehir yeni bir yerleşim alanına taşındı. Taşınma süreci hem fiziksel hem sosyolojik açıdan büyük bir dönüşümü beraberinde getirdi.
Yeni Hasankeyf Yerleşimi
Yeni yerleşim bölgesi, eski şehrin hemen üst kotuna inşa edildi. Modern konutlar, resmi kurumlar ve altyapı sistemleriyle donatıldı. Ancak yeni Hasankeyf, tarihi dokusunu yitirmiş bir yerleşim algısı oluşturdu. Halk, yaşam koşullarının iyileştiğini kabul etse de, eski şehrin manevi değerine ulaşmanın mümkün olmadığını dile getirmektedir.
Taşınan Kültürel Yapılar
Aralarında Zeynel Bey Türbesi, Artuklu Hamamı, İmam Abdullah Zaviyesi, Eyyubi Camisi, Orta Kapı ve Süleyman Han Camisi gibi önemli yapılar, tonlarca ağırlıktaki özel platformlarla yeni yerine taşındı. Bu süreç, Türkiye’deki en büyük kültürel yapı taşıma operasyonlarından biri olarak kayıtlara geçti.
Taşınan yapılar, “Yeni Kültürel Park” adı verilen bir alanda sergilenmektedir. Ancak mimar, tarihçi ve arkeologlara göre bu yapılar kendi tarihsel bağlamlarından koparıldıkları için anlamsal bütünlükleri zayıflamıştır. Zeynel Bey Türbesi örneğinde olduğu gibi, mimari ve estetik açıdan değer korunmuş olsa da, yapının durduğu yer artık “asıl yer” değildir.
Turizm ve Ekonomi
Yeni Hasankeyf, kültürel mirasın modern yöntemlerle tanıtıldığı bir turizm destinasyonu olarak planlandı. Ancak turizmdeki hareketlilik, eski Hasankeyf’in sahip olduğu doğal cazibe ve otantik atmosferin eksikliğini telafi edememektedir. Baraj gölü kenarında yapılan rekreasyon alanları ve müze çalışmaları devam etse de, gelen ziyaretçilerin çoğu hâlâ eski kentin ruhunu aramaktadır.
Halkın Tepkisi ve Adaptasyon Süreci
Taşınma süreci halk için karmaşık duygular barındırıyor. Evleri, geçmişleri ve mezarları eski Hasankeyf’te kalan birçok insan, yeni yerleşimde fiziksel olarak güvende olsalar da duygusal kopuş yaşamıştır. Bazı eski sakinler, belirli dönemlerde su altındaki kalıntıların yakınına gidip dua etmeye ve hatıralarını yaşatmaya devam etmektedir.
Yeni Hasankeyf, modern şehirleşme ile kültürel kaybın kesiştiği bir örnek haline gelmiştir. Yapılar taşınmış olsa da, mekânın ruhu ve halkın hafızası, bu değişimle birlikte geri dönülmez biçimde etkilenmiştir.
Sonuç Olarak
Hasankeyf, fiziksel olarak büyük ölçüde suyun altında kalsa da, taşıdığı kültürel hafıza ve tarihsel derinlik, halkın belleğinde ve bilim dünyasının kayıtlarında yaşamaya devam ediyor. 12.000 yıllık bir geçmişin izlerini taşıyan bu kent, yalnızca taş ve topraktan ibaret olmayan, anlamlarla örülü bir yaşam alanıydı. Her bir yapısı, her bir kaya oyması, yalnızca mimari değil; birer hikâyeydi, yaşanmışlıktı.
Tarih boyunca Asur’dan Roma’ya, Artuklular’dan Osmanlı’ya kadar birçok medeniyetin iz bıraktığı Hasankeyf, sadece bölgesel değil, küresel bir mirastı. Bu mirasın korunamaması, modernleşme ile kültürel sürdürülebilirlik arasındaki dengenin sağlanamamasının çarpıcı bir örneğidir.
Bugün Hasankeyf’in adı hâlâ anılıyorsa, bu büyük ölçüde orada yaşayan insanların hafızası, arkeologların kayıtları ve kamuoyunun gösterdiği duyarlılık sayesindedir. Taşınan türbeler, camiler ve yapılar, geçmişi sembolik olarak yaşatsa da, asıl Hasankeyf, bellekte ve anlatılarda yaşamaya devam ediyor.
Yorum Yok